Melikoğlu Sülalesi

Melik: Arapça bir kelime olup, Özbekistan’da Han, Sultan anlamlarında kullanılmaktadır ve sadece Özbekistan’a has bir terimdir. Bundan dolayı Melikoğlu ailesinin dedeleri Özbekistan Hanlarından biridir.

İlk milletvekillerinden Zeki Kumru’nun ve Prof. Dr. Abdullah Özbek’in Osmanlı belgelerine göre yaptığı araştırmalarda, Melikoğlu Sülalesi , Özbekistan’ın Taşkent’inin Taşhan kazasından 1510-1550 yılları arasında MELİKOĞLU Abdullah Efendinin oğlu Mehmet Efendi tüm ailesiyle Ağrı’nın Doğubayazıt İlçesi’nin ÇAL Köyüne gelmiş. Yaklaşık 10 yıl orada kalan aile  ,1550  yılında Yavuz Sultan Selim’in Anadolu’yu Sunnileştirme politikası çerçevesinde Padişahın isteğiyle 4 kardeşin birini orada bırakıp ( eski Ağrı millet vekillerinden Vahap Melikoğlu’nun ailesi ), kardeşlerden  biri    Giresun’a(Görele İnanca Köyüne, Eynesil Çorapçılar Köyüne Melikoğlu, Özdemir, Sarımelik soyadlarıyla yerleşmiştir.) ,Ordu Perşembe’de (Saray Köyünde Alyurt, Uygur, Melikoğlu soyadlarıyla ) , Ordu Gölköy (Melikoğlu ), Fatsa Ilıca ‘da (Melikoğlu) , Abdullah Efendi  oğlu Mehmet Efendi ise Kumru Fizme’ye (Karapınar Mahallesi, Bilgü, Çaya, Çeke, Doğu, Arş, Kısık, Ağır, Saygı, Erdal, Akkaya, Deniz, Özbek  , Er  ,Apa soyadlarıyla), Fizme’den Kumru merkeze göçen Hocazade lakaplı  aile  (Kumru, Kumral , Evin , Başar ,Beyazıt, Erkumru , Tap, Aydın, Hasankadıoğlu-İzmit te Hasankadıoğlunun oğulları olduğu bilinmektedir-. Soy adlarıyla). Fizme’de Halil Efendioğulları diyorlar . Halil Efendi ‘nin Malatya ‘ya gidip yerleşen müderris bir oğlu da vardır .Ayrıca Dirgi soyadıyla Duma Köyüne Karapınar ‘dan gelip yerleşen Kısıkgiller de vardır.   Gülsümoğlu (Halil Efendioğlu Ahmet  , küçük yaşta iki kardeşiyle yetim kalınca; annesi Gülsüm Hatun, bilinmeyen bir sebepten dolayı, çocuklarıyla Duman Köyüne gelip, yerleşmiş, bundan dolayı Gülsümoğlu lakabıyla anılmaya başlamıştır. ) Soyadları Aslan Abak ,Heyik, Türkoğlu ,Doğruca ‘dır.

 .1749 Doğumlu Gülsümoğlu Ahmet’in 1838 yılında ölmüş. Gülsümoğlu Ahmet’in 1804 yılında doğan oğlu Ali, 1838 yılında ölmüş.

Melikoğlu Sülalesi  , Ailenin büyük çoğunluğu üst düzey eğitimli insanlar olup , İlk Melikoğlu fertleri dahil Din Adamı, Müderris ve Ülkenin çeşitli kademelerinde yöneticilik yapmış çok sayıda insan bulunmaktadır .Gittikleri yerlerde belde yoksa belde, beldeleri ilçe yapmışlar. Belediye başkanlığı, Kadılık, Müderrislik ve çok sayıda Milletvekilliği yapmış kişiler bulunmaktadır .Örneğin Ağrı Doğu Beyazıtta , Milletvekili Vahap Melikoğlu, Atatürk’ün ilk millet vekillerinden Kumrulu Melikoğullarından Hocazade Halil Sıtkı Bey, aynı aileden Zeki Kumru vb. Osmanlıda Kadılık yapanlar da mevcuttur. Türkiye’nin başta İstanbul olmak üzere çoğu ilinde iş adamı subay  ,emniyet mensubu, pilot ,mühendis , noter ,  doktur , hakim , savcı ,avukat,gazeteci, eczacı , öğretim üyeleri , din adamları ,çeşitli kurum ve kuruluşlarda üst düzey  yöneticiler , fabrikatörler , öğretmen ve kaymakamlık görevi yapan insanların sayısı oldukça fazladır.

DERLEYEN: NAZIM ASLAN

TÜRK DİLİ ve EDEBİYATI ÖĞRETMENİ (TÜRK FİLOLOĞU ) ŞAİR ,YAZAR

Kumru’da Bir Osmanlı Hanımefendisi: Hatice AYDIN

Kumru’da talebe iken Hatice teyzeye dair bazı bilgiler kulağıma gelirdi. Özellikle de onun bir Osmanlı hanımefendisi oluşu beni hep ilgilendirirdi. Böyle bir hanım teyze ile tanışmak, ondan geçmişe dair bir şeyler duymak ve dahi günlük hayatında insani ilişkilerde nasıl tavır takındığını görmek isterdim. Ancak Hatice teyzeyi yakından tanımak bana nasip olmadı. Geçtiğimiz yaz döneminde bir ara Yekta Aydın amca ve hanımı Latife teyze, oğulları Tahsin ve Niyazi beyler, kızı Hafize hanımefendi ile Hatice teyze üzerine bir miktar sohbet etmiş, notlar almıştım. Hakeza Yekta amcanın küçük oğlu Ömür bey ile de Hatice teyzeye dair epey hasbihalimiz vardı. Aşağıdaki kısa metin Hatice teyzeyi ne derece tanıtabilir bunu bilmiyorum fakat hiç olmazsa onun hayatına dair bir dîbâce olabilir herhalde.

hatice aydinOsmanlı terbiyesi almış bir hanım teyzenin hayat hikayesini kaleme almanın sahiden müşkil bir iş olduğunun farkındayım. Onun hayatını ancak duyduklarım oranında biliyorum. Bu manada Hatice teyzenin biyografisini tasvirde yetersiz kalabilirim fakat gelecek nesillerin, böylesi bir hanım efendinin ortaya koyduğu hayat tablosundan haberdar olmalarını bir nebze olsun temin etmek benim için mutluluk vesilesi olacaktır. Geleneği yaşatma noktasında dine bağlılığı, ahlaki duruşu, evin fertleri ile uyumluluğu, siyasete bakışı, zamanı değerlendirişi, giyim kuşamı ve etrafındakiler için bir yaşam modeli ortaya koyması açısından Hatice teyze ve onun gibiler bizler için aynı zamanda birer değerdir. Bizler, değerlerimizi yaşattığımız oranda değer kazanır ve geleceğimizi kurarız.

Hatice teyze Hocazadelerden Abdullah efendinin kızıdır. Dedesi Hacı Mehmet efendidir. Annesi Cebecioğullarından Gülfem Hatun. Üçü kız dördü erkek olmak üzere yedi kardeştirler. Erkek kardeşleri Cemal, Abdurrahman, Mehmet ve Şeref. Kız kardeşleri ise Ayşe ile Behice. Hatice teyze yedi kardeşten Ayşe hanım ablasının ardından ikinci çocuk olarak 1899’da dünyaya gelmiştir. Babaları Abdullah efendi, ilk çocukları olan Ayşe hanım henüz onüç yaşlarında iken vefat etmiş. Anneleri ise daha önceden hakka yürümüş. Küçük yaşta anne ve babadan mahrum kalan çocuklar amcaları Hacı efendinin yanında kalmışlar. Doğum tarihini dikkate aldığımızda Hatice teyzenin Osmanlının son dönemlerinde, II. Abdülhamid devrinde dünyaya geldiği, çocukluk ve gençliğinin Osmanlı ile Cumhuriyet’in ilk yıllarında geçtiğini anlayabiliriz. Dolayısıyla 1912 yılında Balkan Harbi ile başlayan savaş yıllarının 1922’ye kadar sürdüğünü hesaba katarsak, özellikle gençlik yıllarının epey sıkıntı içinde geçmiş olduğunu tahmin edebiliriz. Gerçi Cumhuriyet’in ilk yıllarında da bir şekilde geçim zorluğu vardır. Bu açıdan sözünü ettiğimiz sefalet yıllarının izlerini Hatice teyzenin hayat hikayesinde görebiliriz.

Hatice teyzenin ablası Ayşe hanım, Hasankado [Hasankadıoğlu] Azmi efendi ile evlenince, büyük ablalarını bir tür anne kabul eden Hatice teyze de, ablasının ardından aynı eve onsekiz yaşlarında iken gelin gidip Niyazi efendi ile evlenir.[1917’li yıllar]. Böylece ablası Ayşe hanım ile Hatice teyze elti olurlar. Onun da ardından küçük kız kardeşi Behice hanım, anne tarafından üvey olan aynı evin diğer küçük erkeği Saffet efendiyle dünya evine girer. Üç kız kardeş aynı evin üç erkeği ile evlenerek baba evinde olan birlikteliklerini gelin gittikleri yerde de devam ettirirler. Sonra da geride kalan erkek kardeşlerinin dünya evine girmelerine yardımcı olurlar. Üç kız kardeşin aynı evde eltiler olarak hayatları hep birbirilerini koruyup kollamakla geçmiştir. Hasbelkader kocaları kavga etseler, onlar gelinler olarak asla kavgada yer almazlar ve küs durmazlar imiş. Zaten Hatice hanım ile Behice hanım, ablaları Ayşe hanımı bir tür anne olarak kabul etmişler ve onun ardından aynı eve gelin olmuşlar. Bunda muhtemelen küçük yaşlarında anne babadan mahrum kalmalarının etkisi olmalıdır.

Hatice teyzenin kocası Niyazi efendi Cumhuriyet sonrası Hatipli’de öğretmendir. Biraz nefes darlığı olan biridir Niyazi efendi fakat eviyle, eşiyle ilgilenir. Köy katipliği yapar. Evinin bir köşesinde incik boncuk türünde şeyler satar. Hatice teyzenin Niyazi efendi ile evliliğinden Hayriye ve Yekta [d. 1930] isimli iki çocukları dünyaya gelir. Hayriye hanım yirmiyedi yaşlarında iken veremden [Yekta amcanın görüşüne göre kanserden] vefat eder. Geriye bir tek çocuğu Yekta efendi kalır. Geçimin zor olduğu yıllardır. Hatice teyze gecenin üçünde kalkar, çeşmeden eve su getirir, yoğurdu sallama yayığa koyar ve sabaha karşı yayık yayar. Ahırda inekleri sağar, ateşi harlatır, sabah namazı ile sofrayı hazır eder. Ev, temizlik, yemek ve tarla işleri. Dur durak bilmeyen bir yaşam tarzı. Bununla birlikte Ayvalı’daki eve gelip gidenin ardı arkası kesilmez. Eve uğrayan önemli şahsiyetlerden biri Abdi Hoca’dır. Abdi Hoca eve geldiğinde pek çok misafir oraya toplanır, hoca efendi orada birkaç gün kalır, zikir meclisleri kurulur, sohbetler yapılır. “1945 civarında Abdi Hoca her sene bize gelir, üç dört gün bizde kalır, Terme’den berisi bizde toplanır, zikir çekilir, ders verilir, sohbet edilirdi. Annem o kadar misafiri ağırlardı” diyor Yekta amca. Hatice teyze yarım saat içinde koca bir sofrayı hazır edermiş hoca efendi onlara geldiğinde. Abdi Hoca ile tanışan Hatice teyze ondan tarikat dersi alır. Kızı Hayriye de Abdi Hoca’dan dersli olarak vefat eder. Ev halkı dindardır. Nitekim Yekta amcanın dedesi Hasan Tahsin efendi de gece ibadetine kalkar, zikir çeker. Ağladığında hıçkırıkları duyulacak kadar bu işlere devam eder.

1939 depreminde dedelerinden kalma ev hasar görünce iki yıl süresince ev halkı bir odada yatıp kalkar. Hatice teyze sonraki yıllarda yaylacılık yapar. Döşek Dibi Dağı’nda ve Çağman Düzü’nde patates ekerler. Patatesler Akkuş’a götürülüp satılır. 1950’den 1960’lı yıllara kadar Hatice teyze, tek oğlu Yekta efendi ile yaylacılık işlerine devam eder. Kocası ise köy katipliği yapar. Gerçi 1955-56’lı yıllarda oğlu Yekta efendi ile birlikte alış verişe başlamıştır Hatice teyze. Yekta amca, zaman zaman dükkanı annesine bırakır. Hatice teyzenin okur yazarlığı yoktur fakat hesaptan anlayan zeki biridir. “Bugün burada belediye başkanlığı yapabilecek kapasitede biri idi annem” demektedir Yekta amca.

Ticaret hayatını her ne kadar Yekta amca yürütüyor görünse de aslında perde ardında annesi vardır. “Yekta efendi, annesi varken ikinci planda kalırdı. Ticaret işinde de bu böyleydi. Kocası evde iken de Hatice annem bir şekilde evi kumanda ederdi” şeklinde görüşünü dile getirmektedir Latife teyze. Hasbelkader Yekta amca müşterinin birine veresiye bir malı vermeyecek olsa müşterinin ilk başvurduğu adres Hatice teyzesidir. O da eğer güvendiği bir müşteri ise doğruca dükkana gelir ve oğlu Yekta efendiye: “Bunu bu müşteriye vereceksin. Sen benim dediğimi yap bakayım!” diyerek oğluna adeta direktif verir. Zaten Yekta efendi de hemen hiçbir zaman annesini kırmaz. İlginçtir konuyla ilgili olarak Yekta amca: “Annemin veresiye mal vermem için bana getirdiği müşterilerin hiçbirinde benim param kalmadı” demektedir.

Evinde çocuklarını dinine bağlı olarak yetiştirmeye çalışan Hatice teyze onları mekteplere gönderir, bazen özel hocalar tutar çocukları ve torunları için. “Kur’an’ı kaybederseniz cehenneme düşersiniz” diyerek onları uyarır ve Abdi Hocasından duyduğu bazı hadisleri onlara nakleder. Dini bütün bir hanımefendi olarak görürüz onu. İbadetine düşkün biridir. Hatta bu noktada çocuklarına karşı bir ölçüde baskı da yapar fakat bunu diliyle, biraz sert uslûbuyla gerçekleştirir. Her Cuma gecesi evde Yasin Suresi okunup geçmişlerin ruhlarına bağışlanır. Hatice teyze genel itibariyle yatsı sonrası yatar ve seher vakitlerinde kalkar. Sabahtan sonra ise uyuduğu pek vaki değildir. Seher vakitlerinde beşyüzlük tesbihi ile zikir çeker. Teravihlerde camilere gider vaaz dinlemek ve cemaatle namaz kılmak için. Dinlediği vaazları çocuklarına anlatır, ahiret halleri, kul hakkı, dedikodu, kabir suali gibi muhtelif konuları ev halkıyla paylaşır. Kumru’da özel Cuma evlerini organize eder kadınlar arasında. Cuma evleri Kur’an okuma, hatim indirme, tesbih çekme fonksiyonları yanında gelin hanımları ve gelin adayı kızları yetişme yerleri olmuş aynı zamanda. Zira buraya gelenler, büyüklerinden edep erkan, ilim irfan öğrenmişler. Hatice teyzeleri onlara: “Başınızı örtün, kısa kollu elbiselerle gezmeyin, Kur’an’ı dinlerken giyiminize dikkat edin, ayak ayak üstüne atmayın, büyüklerinize saygılı olun” şeklinde pek çok nasihatler, tavsiyeler verir. Sabahları çocuklarını, gelini ve torunlarını Yunus’tan ilahiler söyleyerek namaza uyandırır. “Ey insanoğlu! Sen Allah’tan korkmaz mısın/ sabah oldu kalkmaz mısın”, “Yemen illerinde Veysel Karani”, “Gülme gülme ağla gönül” şeklinde çeşitli ilahiler söyler. Özellikle yetmişbeş yaşlarından sonra okur yazar olmadığından da olsa gerek saati anlamadığı için bazı geceler, sabaha karşı ikiye doğru uyanır, torunlarını kaldırır namaz geçiyor diye. Misafir ağırlarken de giyim kuşamına dikkat eder. Dışarıya çıkarken uzun etekli, mantolu, yaşmaklıdır. Giyimine fevkalade dikkat eder ve bunu kız çocuklarında da görmek ister, bu konuda onlar üzerinde adeta psikolojik bir baskı kurar. Üç ayları oruç tutmaya çalışır. Babaannesinin üç aylar orucu ile ilgili bir anısını torunu Tahsin bey şöyle dile getirir: “Babaannem üç kız kardeş idi. Öbür kardeşleri de babaannem gibi idiler. Ancak öbürleri babaannem kadar otoriter değil de daha insancıl, munis karakterde idiler. Müslüman, saf, temiz bir Osmanlı hanımefendileri hepsi de. Bunlar üç aylarda oruç tutarlardı. Son zamanlarında bunu pek yapamazlardı tabi. Bir keresinde bunlar üç kız kardeş olarak üç ayları tutuyorlar. Üçü de bizde kalıyor, Kumru’da. Bunlar unutarak sabah, öğlen yemeklerini yiyorlar. Akşam olmuş ve ben eve gitmiştim. Baktım üç kız kardeş oturmuş iftarı bekliyorlar. Onları bu halde görünce, babaanne siz neyi bekliyorsunuz, dedim. Biz oruçluyuz, dediler. Yahu babaanne, siz sabahı, öğleni yediniz ne orucu bu, diye tekrar sorunca onlar bir tuhaf oldular! Sahi biz unutmuşuz oruçlu olduğumuzu! dediler. Üçü de unutmuşmuş meğer oruçlu olduklarını. Tabi bu, onların hepsinin de yaşlılık dönemine denk gelmişti.” Abdi Hoca aynı zamanda Hatice teyzenin tarikat yönünden bağlandığı şeyhidir. Ondan ders alır. Abdi Hoca’sından dinlediği şeyler onun için adeta bir emirdir. Onları kendi hayatında uygular ve yakınlarına da anlatır. Zira Abdi Hocasına güveni tamdır. Onun Abdi Hoca ile tanışması Kömerik’teki (Ayvalı) evlerinde, gençlik yıllarında gerçekleşir. Zira Abdi Hoca o yıllarda Niyazi efendinin evine gelir, orada meclis kurulur, sohbet, zikir, ibadet, güncel meseleler gündeme gelir. Dahası Niyazi efendinin evi aynı zamanda devlet erkanının da gelip kaldığı evdir. 1973 yılında kardeşi ile birlikte hacca da giden Hatice teyze, sonraki yıllarda televizyonlarda hac ile ilgili manzaralar gördüğünde göz yaşlarına hakim olamayacak kadar kutsal diyarın aşığı biridir.

Ev halkı ile geçimi gayet iyidir Hatice teyzenin. Gelini Latife hanım ondokuz yaşlarında iken gelin olunca, bu kız bu kadınla geçim yapamaz demiş etraftan insanlar. Zira Hatice teyzenin titiz ve otoriter yapısı karşısında gelini Latife teyzenin orada kolay tutunamayacağı kanısına varmışlar. Ancak durum bunun tam tersi olmuş. Gelini Latife hanım sabah kalkıncaya kadar Hatice annesi çoktan uyanmış, ev işlerinin bir çoğunu görmüştür. “Ben sabah kalktığımda annem bana, sen el işini al otur, der mutfak işlerini bile yapardı. Hatta çocukların bezlerini bile yıkardı. Ben yemek yapacak isem o bana tarife verir, beni eğitirdi.” diyor Latife teyze. Ekmekli bir hanımefendidir aynı zamanda o. Evin önünden geçenlerin bile hanesinden yemek yemesini, hiç olmazsa bir bardak su içmesini arzu eden bir kadındır. Herhalde bunu sevap olarak gördüğü için olsa gerek ki, misafir ağırlamak onun için sanki zevkli bir iştir. İnsana değer verir Hatice teyze. “Ben İstanbul’dan gelmeden bir hafta önce burada/Kumru’da hazırlığa başlardı büyükannem. Konu komşu benim geleceğimden haberdar edilir ve bir telaş başlardı. Ben geldiğimde de sanki büyük bir şey olmuşçasına karşılamalar, istikballer adeta bir bayram havası eserdi bizim evde. Mühimserdi yakınlarını, değer verirdi onlara” diyor torunu Hafize hanım efendi. Evde kimse ile dargın durmaz. “Benim, annemle elli yıllık birlikteliğim var. Bir keresinde bile dişe dokunur bir kırgınlığımız olmadı. Olsa bile on dakika sürerdi. O bizi hiçbir şey olmamış gibi gezmeye çıkarırdı. İçinde kin, kırgınlık asla taşımazdı.” şeklinde dile getiriyor yaşantılarını Latife teyze. Hatta bir keresinde gelini ona: “Anne herkesi İstanbul’a yolluyorsun fakat ben gidemiyorum” diye hafif sitem ettiğinde Hatice teyze yarım saat içinde ne yapıp yapmış otobüs biletini bile alıp eve gelmiş ve gelinine: “Haydi bakayım, doğruca İstanbul’a gidiyorsun. Sen de biraz gezip toz, akrabaları ziyaret et, haydi bakayım. Ben buralarla ilgilenirim” diyerek gelinini de İstanbul’a gidenlerle göndermiş.

Hatice teyzenin dikkate değer bir yönü de otoriter oluşudur. Evin gerçek yöneticisi sanki o olmuştur hayatı boyunca. Etrafı için de aynı şey geçerlidir. Onu tanıyanlar ona saygı duymadan edemezler. Gerçi Hatice teyzenin otoriterliği Latife teyzenin dediği gibi ‘insanların hayrına olan şeyler’dir. O eve veya bir meclise geldiğinde mutlaka kendisine ayak kalkılır. Kalkan olmazsa Hatice teyze kendisi kaldırır. Zira bunu bir edep kuralı olarak telakki eder. Kendisi de iki yaşında bir çocuk için bile ayağa kalkacak ve ona hoş geldin diyecek kadar nezaket sahibidir. Bunu bir görgü kuralı olarak yaşatmaya çalışır. Kimse onun bulunduğu yerde ayak ayak üstüne atamaz, lâubali davranamazmış. Bir keresinde oğlu Yekta efendi kahvehaneye alışmış ve domino oynamaya da başlamıştır. Hatice teyze kahvehaneye eli sopalı bir vaziyette adeta baskın düzenlercesine dalar ve orada bulunan herkesi dağıtır. Kimse de ona karşı koyamaz. Böylece oğlunu kahvehaneden alıp eve getirir. Yine bir keresinde Hatice teyze Ramazan vaazı dinlemek için yatsı öncesi herhalde Merkez Camii’ne gider. Kadınlar üst katta namaza durmaktadır. O akşam vaaz veren hoca efendi de ‘oruçlu iken kadın erkek ilişkilerinde özel hayata dair’ bilgi verirken Hatice teyze fena halde sinirlenir ve üst katın perdesini aralayıp aşağıya seslenir: “Hoca efendi, hoca efendi! Ağzını topla, bu konuları burada herkes biliyor. Senin anlatacağın başka mesele yok mudur!” diyerek hocayı fena halde müşkil duruma sokar. Bir ara bocalayan, ne anlatacağını bilemeyen hoca daha sonra başka bir konuya geçer. Oğlu Yekta efendi ise annesinin otoritesi karşısında zaten ses çıkarmayan biri olmuştur daima.

Komşuları ve akrabaları ile yakından ilgilenen biridir o. Hemen her sabah mutat olarak ziyaret ettiği, talimat verdiği aileler vardır. Konu komşunun derdini dert edinir kendine. Bir ara belediyede çalışan Şenol Aydın bey, belediyeden ayrılıp konfeksiyon dükkanı açtığında Hatice teyze, Şenol beyi kaldırmak için uzun süre sabahın yedisinde onlara gider, ‘Haydi evladım dükkanını aç, bekleme’ diyerek onu kaldırır, işe gönderir. “Onun amacı, yakınları işlerine sahip çıkıp başkalarına muhtaç olmasınlar şeklinde idi” diyor Tahsin bey. Hasbelkader komşulardan veya akrabalardan birinde cenaze olmuşsa Hatice teyzenin evinde kırk gün yas tutulur adeta. Radyo ve televizyon açmak yasaktır. Çocuklar gizli olarak televizyona bakabilirlerse ne âlâ. “İyi biliyorum, bizim evde başkalarının sorunları yüzünden kavga çıkardı. Babaannem başkalarının meselelerini dert edinir, günlerce onları konuşur, uykusuz kalır, onu çözmeye çalışırdı. İsterdi ki, herkesin kendini geçindirecek işi olsun, insanlar kavga etmesinler, huzurlu olsunlar. Diğergam biri idi o” diyor torunu Hafize hanım efendi. Çocukları ile ilgilenen biridir o aynı zamanda. Onların gerek eğitim gerek iş hayatında yetişmeleri hususunda onları koruyup kollar. “Büyükannem dükkana önem verirdi. Fındık zamanı bir tek ben kalmıştım dükkanda. Ölümüne dört yıl kadar vardı. (1992’lı yıllar). Babaannem evin balkonuna çıkıyor on dakikada bir: Niyazi, Niyazi! diye beni çağırıyor. Ben hemen dükkandan dışarı çıkıp: Ne oldu büyükanne? diye sorduğumda o, saat kaç, ikindiye ne kadar var, diye bana sorardı. On dakika aralıklarla bunu yapıyor. Sonradan öğrendim ki, meğer büyük annem beni denetliyormuş ben dükkanı bekliyor muyum, beklemiyor muyum diye.” yaşadığı bir hadiseyi anlatır torunu Niyazi bey.

Onun bir başka vasfı ise siyasetin içinde oluşudur. Ömrü boyunca siyasetle iç içe yaşamıştır denilebilir. Hemen her gün haberleri dinler, onları yorumlar, ülkenin gidişatına dair çocukları ve yakınları ile tartışır. Gerçi onun siyasetin içinde oluşu biraz da mensubu olduğu ailesiyle ilgilidir denilebilir. Zira aile içinde Cumhuriyet döneminin ilk mebuslarından Halil efendi öz amcasıdır. Erzurum kadısı olarak bilinen Said Kadı da Halil efendinin öz kardeşidir. Bu noktada Kumru’da, Hocazade ailesi başlıbaşına incelenmesi gereken bir ailedir kanaatindeyiz. Yine 1960 Anayasası’nı hazırlayanlardan biri olan Zeki Kumrulu ile Senatörlerden Abdullah Kumrulu da amcazadeleridir. Bu yönüyle Hatice teyze aile itibariyle Cumhuriyet Halk Partilidir. Tabi onun din ile siyasi işleri ayrı tuttuğu da söylenebilir. Zira biliyoruz ki o, dini yaşam noktasında fevkalade dindar bir hanımefendidir. Ancak aile genel itibariyle CHP’li olduğu için o da onlara meyillidir. Tabi özellikle ezanı yeniden asli yapısına kavuşturduğu, mekteplerde din derslerinin okutulmasını serbest bıraktığı için Menderes’e de özel sempatisi vardır. Torunu Tahsin bey: “Babaannemin CHP’li oluşu amca çocuklarının sözü edilen partiye mensup oluşuyla yakından alakalı” diyor. Yani ideolojik bir bağlılıktan ziyade sempatiye dayanan bir gönül bağı. Son zamanlarında onun sağ partilerden birine oy verdiğini söylüyor torunları Niyazi ve Tahsin beyler. Küçük yaşta yetim kalmasına ve tahsil hayatının olmamasına rağmen onun Türkiye gündemini gerek siyasi partileri gerek haberleri takip etmesi, sahiden dikkate değerdir. Bu manada o, haberleri takip eder, zam yapıldığında ‘şimdi fakirler ne yapacaklar acaba, sıkıntıda olanların hali ne olacak’ diyerek kendi kendine söylenir, muzdarip olurmuş. Son zamanlarında gözleri sağlıklı olarak görmediği, kulakları iyi işitmediği halde televizyonun yanına kadar sokulur, haberleri dinler. Hatta bazen ev halkı haberleri ondan alır. Bir keresinde: “Kızım bu başbakan Tansu Çiller İngiltere’ye para dilenmeye niye gitmiş! Niçin bu ülkenin kimi insanları çalıp çırpıyor da bu ülkeyi dış ülkelere muhtaç ediyorlar” gibi cümlelerle infialini dile getirdiği olur. İran Irak savaşına çok üzülür: “Bu iki Müslüman ülkeyi ayıran yok mudur, bunlar niçin savaşıyorlar!” diyerek tepkisini ifade eder.

Hatice teyzenin ailesinin Hekimoğlu ile de tanışıklığı söz konusudur. Zira Hekimoğlu, anlatıldığına göre onların aile dostu imiş. Hekimoğlu’nun herhalde nişanlısı olan Narin hanım, Hekimoğlu’nun ölümü sonrasında Kavasoğulları’na gelin olmuş. Dolayısıyla Hekimoğlu ile ilgili sağlıklı bilgi alınabilecek aileler hâlâ hayatta bilebildiğimiz kadarıyla. Hatice teyze gibi ekmekli, hatırı sayılır mühim hanımefendiler varmış Kumru’da. Bu cümleden olarak Yekta amca şunları zikreder: “Besim Tap efendinin hanımı Alime hanım. Osman efendinin hanımı Fazıla hanım. Ahmet Kumru beyin hanımı Süreyya (Süriye) hanım. Şevket efendinin hanımı Nigar hanım, Mithat beyin hanımı Kadriye Hanım.” Keşke sözü edilen mühim insanların hayat hikayeleri, onlarla ilgili bilgisi olan zevata başvurularak kaleme alınsa diye geçer içimizden.

Konuşması düzgün biridir Hatice teyze. Dahası Osmanlı kültürünün de etkisiyle olsa gerek, kardeşlerine hitap şekli kaybettiğimiz bir yanımızı hatırlatır bize. O kız kardeşlerine: “Behice hanım hemşirem. Ayşe hanım hemşirem” şeklinde, erkek kardeşlerine ise: “Mehmet efendi kardeşim. Cemal efendi kardeşim” diye hitap eder. Kardeşleri de ona: “Hatice hanım hemşirem” derler. Kardeşler olarak birbirilerine oldukça düşkündürler. Zamanın bozulmasından şikayet eder Hatice teyze. Eski insanların duyarlılığının kaybolmasından yakınır. Zira kendisi bir asrı yani Osmanlı’nın son dönemini, savaş yıllarını, cumhuriyet’in kuruluşunu müşahede etmiş tabir yerinde ise gün görmüş biridir. Bu manada günümüz insanlarının hayata bakışı, ahlak algısı, yaşam tarzının değişimi, ibadet hayatındaki aksamalar onun ruh dünyasında kırılma oluşturmuştur herhalde.

Ahir ömründe göz damarları rahatsız olduğu için görme duyusu iyice azalmış fakat akli melekesi vefat edinceye kadar sağlam kalmıştır. Son zamanlarında, kardeşleri kendisinden önce vefat ettiği için epey üzülür imiş (ki, kendisi kardeşleri içinde en son vefat edenidir). Herhalde onların yokluğu kendisine zor gelmiş olmalıdır. Abdi Hoca, ‘Ya Rabbi! Bizi ikinbinli yıllara ulaştırma’ diye söylermiş. Hatice teyze de aynı duayı tekrarlarmış. Nitekim kendisi 29 mayıs 1996 tarihinde (97 yaşında) Ayvalık’ta aile kabristanlığında ebedi istirahatgahına uğurlanmıştır.

Hasılı, Hatice teyze aslında bizler için bir tarihtir. Görgüsüyle, irfanıyla, hayata bakışı ve duruşuyla. Onların ümmi hallerinden, Osmanlı bakiyesi olarak varlıklarını devam ettirmiş hanım efendi oluşlarından günümüz neslinin öğreneceği çok şey vardır kanaatindeyim. Zaten bu yazı da bu niyetle kaleme alındı. En başka kendim, Hatice teyzenin hayat hikayesinden ne öğrenebilirim diye böyle bir çaba içine girdiğimi söyleyebilirim. Aslında birçoğumuzun Osmanlı bakiyesi olan dedesi, ninesi vardır. Keşke onların hayat hikayelerini kaleme alsak da bir antoloji oluşturabilsek.

Bu arada, Hatice teyze’nin hayat hikayesi ile ilgili kaleme aldığımız bu kısa metnin eksik olduğunun farkındayım. Bu manada bize bilgi ve belge verecek herkese şimdiden şükran borçluyum. Sizlerin ilave olarak vereceği bilgilerle bu yazı kemale erecektir. Yazı içinde tam ifade edilemeyen kısımlar da vardır muhtemelen. Uygun bir üslupla hatamızı düzelten herkese duacıyım.

Saygılarımla.
Ahmet Çapku
23.04.2005. Üsküdar
acapku@yahoo.com

Kaynak: http://www.kumru.org/hatce.html

Kumru ve Hocazade Ailesi

Yılmaz Biçer’in görev yaptığı Kumru’ya ilişkin anılarını kaleme aldığı ‘’Acemi Savcı’’ kitabını zevkle okurken, Hocazade ailesi ve Kumru halkından övgü ile bahsetmesinden hem büyük keyif aldım, hem de onur duydum.

İkamet ettiği Çanakkale’de 2 Ekim 2013’te yaşamını yitiren merhum savcı Yılmaz Biçer, kitabında 1964’te ilk atandığı Ordu’nun Kumru ilçesinde dört yıllık görevi süresince yaşadıklarını, ilçe halkını, özelikle benim de sülalem olan Hocazade ailesinin konukseverliğini, yardımseverliğini öyle güzel anlatmış ki. ‘’Acemi Savcı’’da övgü dolu sözleri okudukça gözlerim doldu, küçük ilçede paylaşımı, yardımseverliği, konukseverliği, alçak gönüllüğü büyük olan Kumru halkı ve Hocazade ailesinin bireylerine ilişkin anılarım tazelendi.acemi_savci

Yılmaz Biçer kitabında, rahmetli Belediye Başkanı Kemal Kumru, Mithat Kumru, Mehmet Kumru, Cengiz Kumrulu, Zeki Kumrulu, Cemal Kumru ile nüfus müdürü Hamdi Işık, Akif ve Atıf Paycı kardeşler, İsmet Açan, marangoz Fahris Bul, sinemacı Ahmet Aksoy ve diğer ilçe halkından övgü ile söz ederek, Hocazade ailesi için de ‘’Hocazadeler geniş bir aileydi. Kumru’nun çekirdeğini oluşturan, güngörmüş ama halka tepeden bakmayan insanlardı’’ tanımlamasıyla bu ailenin hakkını teslim etmiş.

Kumru’nun 1960’larda küçük, yeşil doğası, içinden akan Elekçi Irmağı, altı dükkan olan tek katlı evleriyle İsviçre’nin kasabalarına benzediğine kitabında vurgu yapan Biçer, beraber görev yaptığı Kaymakam Yaşar Cankoçak’tan da övgü ile bahsediyor.

Bu yıl kaybettiğimiz Yaşar Cankoçak’ın kendi görüşleri doğrultusunda tüm öğretmenlere kitap sevgisini aşılmaya yönelik girişimlerini anlatan merhum savcı, Kaymakam Cankoçak’ın eşi, günümüzün ünlü şairi Gülten Akın Cankoçak ile yaşadığı olumsuzluğu anlatırken, duyduğu üzüntüyü belirtmekten kaçınmamış.

Biçer ‘’Acemi Savcı’’da sadece Hocazade ailesini değil, birlikte görev yaptığı yargıçlar Turhan Başarır, Halil Başbabası, Ahmet Sezen, doktor Nural Aygün, mahkemelik olduğu astsubaylar, simsar Mustafa Eydi, kiracısı olduğu Aziz Yahşi ve beraber otopsiye gittikleri adliye görevlisi Atıf Salgut’a ilişkin gözlemlerini anlatmış.

Kumru’nun doğal güzelliklerinin yanı sıra, ilçe halkının fotoğrafını çekmiş, halkın temel ürünü kostili (patates) kendine özgü üslubu ile tanıtmış

Rahmetli Biçer’in de kitabında vurguladığı gibi, 1960, 1970, hatta 1980’lere dek Kumru ve Hocazade ailesi bir bütünün ayrılmaz birer parçası gibiydi.

Kumru, o yıllarda yeşil doğası, Elekçi Irmağı, gösterişten uzak evleri, Kara Mehmet Yurdu,Kayabaşı,Ponkurt Gölü, Ercek Yaylası gibi güzellikleriyle, fındık, mısır ve patates tarlaları ile küçük ama çok şirin bir ilçeydi.

İlçe halkı bugünkü gibi birbirine yabancı değil, daha içten, samimi duygularla dosttu, arkadaştı, komşuydu, akrabaydı.

Kumru da zaman içinde çirkin yapılaşmadan etkilendi, o güzelim tek veya iki katlı sevimli evlerin yerini, dikey, göğe doğru uzanan beş altı katlı apartmanlar aldı.

Tıpkı tek katlı evler gibi, o içtenlik, samimi duygular, konukseverlik yıllar geçtikçe azaldı, yok oldu, halk birbirine yabancılaştı.

Annemin memleketi (Hocazade Cemal Erkumru’nun kızı) Kumru’yu her yıl ziyaretimde bu plansız ve çirkin yapılaşmanın Türkiye’nin her yanında olduğu gibi, gün geçtikçe arttığına tanık oluyorum.

O güzelim, dar ve uzun Kumru caddeleri, çok katlı binaların varlığından neredeyse gün ışığını göremez hale gelmiş. Sanki Kuzey ülkelerinin kasabası gibi.

-Dost Canlısı Aile-

Tıpkı Kumru gibi, yardımsever, can dostu Hocazade ailesi de solan yaprak misali birer birer evlatlarını kaybederek, ilçede yok olmaya doğru gidiyor.

İlçeye can veren, halkın toprak, ev sahibi olmasına katkıda bulunan, dara düşenin yanında yer alan, en önemlisi yardımseverliği ile Kumru’nun dışında da adı bilinen, bu köklü ailenin bireyleri, vefatların yanı sıra başka kentlere göçten ötürü ilçede çok az sayıda kaldı.

Her yıl Kumru’yu ziyaret ettiğimde bunu açıkça görüyor, Hocazade ailesinin ben de çok emeği olan büyüklerinin vefat haberlerini öğreniyor, üzülüyorum.

İlçede Hocazade ailesini artık Yekta-Şenol Aydın, Halit-Süleyman- Fuzuli Kumru kardeşler, Demirhan Çetik, Şuayip Efendiler, Kemal-Cezmi Kumru kardeşler, Sırrı Kumrulu, Birol Kumral, Mehmet Kumral, Cemalettin-Kemalettin Kumru kardeşler, Atıf-Macit Paycı ve adlarını anımsayamadığım diğerleri temsil ediyor.

Kumru’nun yerli ve köklü ailesi neredeyse bir elin parmakları kadar kaldı, ilçede azınlığa düştü.

Kuşkusuz Hocazade ailesinden hoşnut olmayan, sevmeyenler de var. Ancak, Yılmaz Biçer’in de kitabında önemle altını çizdiği gibi, ilçenin bu köklü ailesinden, istisnalar hariç kimseye zarar gelmedi, aksine her kişi ve kesime katkısı oldu.

Hocazade ailesi yardımseverliği, kapısının herkese açık olması, sofralarının bolluğu ile tanınır, öyle de bilinir. Bu gerçeği hiç ama hiçbir karalama, hiçbir iftira saklayamaz, üstünü örtemez. Altın çamura düşse de değerinden bir şey yitirmez. Hocazade ailesi de tıpkı bunun gibidir.

Merhum Yılmaz Biçer’in kitabını okuyunca, ailenin bir ferdi olarak bunları dile getirmeyi kendime borç bildim.

Eğer 1960’ların Kumru yaşamını, halkını, Hocazade ailesini yakından tanımak istiyorsanız Yılmaz Biçer’in ‘’Acemi Savcı’’ kitabını bir zahmet edinip, okuyun.

Bu güzel kitabı yazan, yardımsever aileye hakkını teslim eden, Biçer’e de Allah’tan rahmet diliyorum. Nur içinde yatsın.

Şükrü Karaman
Kaynak: http://ankaradanesintiler.blogspot.com.tr/2013/11/hocazade-ailesi-ve-kumru.html

Kumru Merkez Camii Haziresindeki Tarihi Mezarlar

Ordu’nun Kumru İlçesi kentin tam ortasında bulunan ve tek tarihi mirası olan Samur Mahallesi Camii’ndeki yapılan araştırmalar sonucu caminin mezarlığında bulunaneski-mezar-lar2-e1438027592356-768x1024 Osmanlıca yazılmış mezarlardan ilginç detaylar gün yüzüne çıktı. Caminin haziresinde milletvekillerinden, öldürülmüş bir bayana kadar değişik insanların mezarı bulunmakta.

II. Dönem Milletvekilinin Mezarı

halil_sitki_efendiCamideki bulunan mezarların büyük kısmı Hocazadeler’e aittir. Mezarların birinde 2.Dönem milletvekillerinden Halil Sıtkı Efendi yatmaktadır. Yine aynı ailenin büyüklerinden olan Hocazade Abdullah Efendi’nin de kabri buradadır.

En İlginç Mezar Emel Hanıma Ait

Emel hanımın mezar taşından anlaşıldığına göre kendisi öldürülmüştür. Mezar taşında bulunan kitabede şöyle yazmaktadır:eski-mezar-lar1-e1438029056474-768x1024
Ah minel mevt
Emel Hanım’a minnet,
Döktü kanın merhametsiz, Allah’tan bulsun ceza,
Bu ne vicdandır eder tecviz-i katl emel-i aam,
Kimsesiz kalsın,
Tüm etfali zar ve bir neva,
Fatiha eyle ruhu şad olsun,
İla yevmil gıyame,
Olsun nice-i güfran, gark etsin hüda
Nisan 1301